Kişisel Başarının Değişmez 5. Kanunu

Kişisel Başarının Değişmez 5. Kanunu

“Bakmak ile görmek, duymak ile dinlemek ve dokunmak ile hissetmek arasındaki fark deneyime şekil veren farktır”

Richard Bandler

 Değerli dostlar, bu hafta çok farklı bir kanundan bahsetmek istiyorum. Yaşamda sürekli bizimle olan süreçlerin 10 tanesine değinmek ve onlara farklı bir gözle baktırmayı hedefliyorum.

 Yaşamı farklı yapan dışımızda olan şeylerin değişmesi değil, onlara olan bakış açımızdır.  Bunu bir anekdotla aktarmak daha anlaşılır kılabilir. Bir gün bir adam arabayla giderken arabasına bir çocuk taş atıyor ve adam kızgın bir şekilde arabasından inerek “Ne yapıyorsun manyak mısın” diye çocuğa bağırmaya başladığı anda çocuk sözünü ağlayarak kesiyor ve “Bayım kusura bakmayın biraz önce annemle arabayla şarampole yuvarlandık, annem arabada sıkıştı bende kimsenin ilgisini çekemedim ve çareyi cama taş atmakta buldum” der ve yardım ister. Adam biraz önce kızıp dövmeye kalkacağı çocuğa yardım etmek için arabasını oracıkta bırakır ve anneyi kurtarmaya giderler. İçerik ( cama taş atılması ) aynı olmasına rağmen, bakış açısı ( bağlam ) değiştiğinde nelerin değiştiğine dikkat edin. 

 

Bu bakış açılarını arttıralım. 

 1. Genel ve yüzeysel özgürlüğe bakış açımıza bakalım. Özgürlük ne demek? Özgürlük, istediğin zaman istediğin şeyi yapmak demek. İstediğin zaman tatile çıkmak, istediğin zaman yemek yemek, istediğin zaman alkol almak, sigara içmek, istediğin kadar boş boş oturmak istediğin zaman istediğini yapmak.  Öyle değil mi?

 

Birde şu boyuttan bakalım.  Piyano çalmayı biliyor musunuz? Ben bilmiyorum. Kendimi o yönde disipline edemedim bir türlü. Eğer sizde bilmiyorsanız özgür bir şekilde piyanonun karşısına geçin ve tuşlarına istediğiniz şekilde basmaya başlayın. Çalabiliyor musunuz piyanoyu? Çalamıyorsunuz değil mi; neden? Çünkü piyano çalmayı öğrenmek için önce disipline olup notaları, hangi tuşun hangi sesi çıkardığını ve ardından sıralamalarını disipline olarak ders alarak eğitimlere katılarak ve okuyup uygulayarak öğrenmek zorundasınız. Yani aslında piyano çalma özgürlüğüne kavuşabilmek için önce disipline olmanız gerekiyor. Gerçek özgürlük disiplinden mi geliyor acaba? Aslında yaşamdaki diğer süreçlerde sanki bir piyano gibi olabilir mi? Bir bakalım…Örneğin İngilizce konuşabilme özgürlüğüne erişebilmek için önce dil bilgisini ve ardından disipline olmuş saatlerce, günlerce ve aylarca süren bir çalışmayı pekiştirmeniz gerekmektedir. En azından klasik öğrenme metodları ile durum böyle. Yada sınavı geçme özgürlüğü, başarılı olma özgürlüğü, gülebilme, seni seviyorum diyebilme, başarılı olabilme ve daha bir çoğu… Bunların tamamı ve daha bir çoğu aslında disiplinle kazanılmış özgürlükler değil mi? Yani derin boyuttaki özgürlük aslında disipline olmaktan geçiyor. Sizin derin boyuttaki özgürleşmeniz gereken alanlar neler?

 

2. Bencil olmanın önemi:  Ben affetmenin çok bencilce olduğunu düşünüyorum. İnsanları affetmek aslında affedilen kişi ile ilgili değildir. Karşınızdaki kişiyi affettiğinizde aslında kendinizi özgürleştiriyorsunuz. Duygu ve düşüncelerinizi özgürleştirmek ve ruhen hafiflemek istiyorsanız sıkışmış duyguların kaynakları olan ilişkilerinizi affetmelisiniz. Bırakın gitsinler. Kurtulun onlardan. Affetmedikçe kendinize zarar veriyorsunuz.

 

Yaşamının istediği gibi olmadığını söyleyen  kişiler genelde kendini diğerlerinden sonraya saklar. Önce ailesi, daha sonra arkadaşları ve sevdikleri gelir. Kendini sona saklar ve hiçbir zaman istediği hayatı yaşayamaz ve sonunda enerjisini kaybeder ve yarattığı değer yok olur sonunda da kimseye faydalı olamaz. Kişisel başarının en önemli şartı bence önce Ben olması ve Ben’e yatırım yapılması. Güçlü bir Ben’den harika bizler çıkabilir. Ancak bitmiş bir biz ne kadar devam edebilir? Bu yüzden bencil olun ve önce kendinize yatırım yapın. Kendinize zaman, para, enerji ayırın.

 

3. Kişisel gelişimcilerin çoğu pembe dünyaların ve olumlu düşüncelerin öneminden bahsediyorlar. Ben acı ve rahatsızlığın, değişim ve kişisel gelişimin olumlu düşünmeden daha önemli olduğunu düşünüyorum. Yaşamda değişimi getiren acı ve rahatsızlıktır, olumlu düşünceler değil. Yaşamda bazı zamanlar vardır, sınırların ötesine geçmekten başka bir çareniz yoktur, işte o an, işte o duygu ve düşünce insanlığın değişimi geliştirebileceği ve her şeyi yeniden yapılandırabileceği tek yerdir. “Meli malılar”ı bırakıp gerçek değişim için yaşamdaki rahatsızlıkları ortaya çıkarmak gerekir. Bunun içinde en önemlisi kendinizi rahatlatmak için uydurduğunuz bahaneleri bir kenara bırakmak ve gerçekliklerle yüzleşmektir. Klasik bahaneler: Doğru dürüst eğitimim yok, çocukluğumda da zaten başarısızdım, ailem yeterince ilgili değil, ekonomi berbat, eşim zaten yaramaz, politik meseleler, herkes bu duruma düşebilir, bu şeylerin üstesinden gelmek zor yada bu durumda olan tek kişi ben değilim. Bende bir zamanlar 93 kilo olduğumda yatak odasındaki aynaya bakarak uzman eğitmenler göbekli olur diyordum! Yüzleşin kilolarınızla, yüzleşin sevmediğiniz sürekli değiştirmek istediğiniz yanlarınızla ve bırakın acı oluşsun ve o acının getirdiklerini kabul edin. Acı ne kadar büyük olursa değişimde bir o kadar büyük olur.  Acılarınızı dindirmek için o harika beyninizi mahvedecek zehir olan rasyonalizasyon yapmayın!

 4. Sevmeye bakış açımıza bakalım. Yıllar önce bir karı koca bana ilişkilerini düzeltmek ve aralarındaki sevgiyi arttırmak için gelmişlerdi. Şöyle bir soru sordular: “Metin birbirimizi artık sevmiyoruz, aramızda bir sevgi kalmadı. Önceden birbirimizi severdik ancak sanırız o sevgi gitti. Ne tavsiye ediyorsun?” Bende ikisine de şöyle bir baktım ve dedim ki : “Sevin birbirinizi!” Şaşkın bir bakışla “Anlamadın galiba aramızda bir sevginin kalmadığını düşünüyoruz. Nasıl sevgi yokken sevilir? Birini sevmiyorken nasıl sevebilirsin?” dediler. Bende “Severek” diye cevap verdim. Sevmek fiilini gerçekleştirerek, sevgiye yatırım yaparak. Sevmek fiili olmadan sevginin ( isim ) olmasını beklemek çok saçma.

 

Bir de aşık olmaya bakalım.. İnsanlar aşkın dışarıdan gelen büyülü bir şey olduğunu ve belli bir süre sonra yok olup gittiğini düşünüyorlar. Bilişsel psikolojiye göre kimse kimseye aşık olmaz. Aslında olan şudur. Biz aslında karşımızdaki kişinin bizde yarattığı etkiye yani fenomenlere – olgulara aşık oluyoruz. O fenomenler duygularımızı oluşturuyor. Fenomenler gittiğinde de aşk bitiyor. Aşkı yaratanda bitirende aslında karşımızdaki kişiyle ilgili yarattığımız içsel aşk gerçekliğimizden başka bir şey değil. O gerçeklik değiştiğinde dış dünyadan geldiğini zannettiğimiz aşk da bitiyor. Hemen soracaksınız tabi… Nasıl yani karşımızdaki kişiyle alakası yok mu bütün bu olanların.. Tabii ki var. Ancak karşımızdaki kişinin bizde yarattığı etkinin anlamlarını kendimiz oluşturuyoruz. O yüzden aynı şartlara sahip iki kişinin ikisine değil, birine aşık oluyoruz. Bu yüzden herkes aynı kişiye aşık olmuyor. Size harika gelen bir erkek ya da kadın, bir başka arkadaşınıza hiçte çekici ya da etkileyici gelmeyebiliyor. Bunun nedeni dışarıda olan kişi değil; o kişinin sizde yarattığı içsel temsiller ve o temsillerin oluşturduğu fenomenler üzerindeki düşüncelerinizin yarattığı duygusal etkileşim.

 

5. Her şeyi yapma isteği ve zamana bakışımız: Birçok kişi yapması gereken her şeyi yapmış olmak ister. Ancak bunu hiçbir zaman yapamaz çünkü birçok şey sürekli ertelenmiştir. Hele birde ertelenmemesi gereken şeyler ertelenmişse yaşam çekilmez hale gelmiştir. Burada anlaşılması gereken en önemli şey, her şeyi yapmaya hiçbir zaman vaktiniz olmayacağıdır, hiçbir zaman tüm yapmanız gereken şeyleri yapamayacaksınız. Her şeyi yapmaya vaktiniz olmayacak ancak yaşamınız için en önemli olan şeyleri yapmaya her zaman vaktiniz olacak. Yani aslında erteleme yapmak zorundasınız. Ertelemesiz bir hayat yok. Hiç kimse her istediğini her istediği zaman yapamaz. Ancak en önemli olanları yapabilir. Bu yüzden erteleme yapıyorum diye üzülmeyi bırakın ve neleri ertelediğinize bakın. Zaman ve enerji biriktirelemeyen nadir şeylerdir. Zamanı ve enerjiyi yönetemezsiniz sadece efektif bir şekilde harcayabilirsiniz. Zaman sadece harcanır yönetilemez. Efektif harcama çok önemlidir. Zaman yönetimi vs… Bu yüzden zaman tasarrufu yapmaya uğraşmaktansa önceliklerinizi belirleyip zamanı ve enerjinizi efektif şeylere harcamanız çok önemlidir.

 

6. İnsanlar eğitimin üniversite yıllarında olup sonrasında deneyimleme süreci olduğunu düşünüyorlar. Bugünkü dünyada artık böyle bir şey mümkün değildir. Üniversitenin birinci yılında öğrendiğiniz kanunlar, değişimin çok hızlı olduğu bu çağda 4. sınıfa geldiğinizde eskimiş ve yepyeni dinamiklerle farklı kanunlar oluşmuş oluyor. Öğrenme sürekli olduğunda durdurulmaz olursunuz. Eğitime farklı bakmanın formülü: Her gün bir saat sektörünüzle ilgili kitap okumanızdır; bu da haftada bir kitap, bir yılda 52 ve on yılda 520 kitap eder. Sektörünüzle alakalı 520 kitap okumanız sizi şampiyonlar ligine çıkarmanın garantisidir. Averaj insanlarla şampiyonlar arasındaki en önemli fark budur.

  

7. Bedel ödeme: Averaj insanların dünyadan beklentilerini restoran metaforu ile anlatabiliriz. Kişi bir restorana giriyor ve yemeğini yiyor, yemeğin tadına varıyor, karnını güzelce doyuruyor, ardından hesap geliyor ve hesabı ödüyor. Çalıştığımız kurumlarda nasıl yapıyoruz? Daha çok versinler daha çok çalışayım, ya da ilişkilerimizde benimle daha çok ilgilensin daha çok seveyim diyoruz. Aynı restorandaki gibi. İyi servis verilsin, yemekler kaliteli olsun, iyi hesap ödeyeyim ya da iyi bahşiş bırakayım gibi.

 Aslında doğa tam tersi çalışır. Hani kafeteryalarda self servis yerler vardır. Önce yemeği seçersin, ardından yemeğin bedelini ödersin, ve sonra bedelini ödediğin yemeğin keyfini çıkarırsın. Bu ne demek? Daha fazla para kazanmak istiyorsan önce şu anda çalıştığından daha fazla çalışman gerekecek, daha iyi bir ilişki istiyorsan şu anda sevdiğinden daha fazla sevmen gerekecek. Yani daha çok kazanmak istiyorsan, önce senin şu andakinden daha fazla üretmen gerekecek, ya da daha fazla sevilmek istiyorsan sevilmeyi beklemeden önce ne veriyorsan o ilişkiye daha fazla vermelisin.

 

İngiltere’de bir eğitmen arkadaşımın sürekli seminerlerinde söylediği gibi : Bambaşka bir yaşama sahip olmak istiyorsan, bambaşka biri olman gerekir! Bugüne kadar düşünmediğin gibi düşünmen, bugüne kadar hissetmediğin gibi hissetmen, bugüne kadar olmadığın gibi olman gerekir. Bugüne kadar elinde olmayan bilgi ve becerilere sahip olman gerekir.

 

8. Ölüme bakış açımız: Ölüm kavramı bize korku dolu gelir. Birçok kişinin ölüm anksiyetesinden ( korku ) yaşamları mahvolur. Halbuki ölüm iyi bir şeydir. Varoluşun ve bugünün değerini bilmek için inanılmaz bir fırsattır. Bir düşünsenize bu yazıyı okurken, sürekli yaşayacağınızı, hiç ölmeyeceğinizi! Bu anı istediğiniz kadar yaşayacaksanız, bu anın bir önemi kalır mıydı? İlişkilerinizden aldığınız deneyim, yediğiniz yemekten aldığınız tat, yaşamın güzelliklerinden faydalanma süreciniz mahvolmaz mıydı? Bir hayal edin, 500 yıl yaşadınız ve sürekli yaşıyorsunuz! Kendinizden bıkmaz mıydınız? Bu yaşamın ne önemi kalırdı?

 

İnsanlar ölümü son anda ve birden olan bir şey olarak görüyorlar. Aslında doğduğumuz gün ölmeye başlamamız yaşamın gerçeklerini ve keyfini tatmamızın en büyük motivasyonu değil mi? Yarının ömrünümüzün geri kalan zamanının ilk günü olması bizi motive eden ve yapmamız gerekenleri yaptıran bir anlamda dengeyi sağlama mekanizması değil mi?

 

Aynı şekilde yemek yemekte öyle değil mi? Sınırsız yemek yemek istiyoruz. Her istediğini istediğin kadar yesen, artık yediklerin sana bir tat verir mi? Deli gibi istediğini istediğin kadar sürekli yediğini bir düşünsene? Artık yemeğin sende bıraktığı tat ne hale gelir?

 

Ya seks: İstediğin zaman istediğinle sevişsen, sürekli akşama kadar seks yapsan artık sevişmenin sana verdiği tatmin ne kadar olurdu?

 

9. Problemler:  Çoğu insan problemsiz bir yaşam sürmek ister. Problemlerin daha çok problem getireceğini düşünür. Gerçek şu ki, problemler aslında fırsat doludur. Gerçek şampiyonlar problemlerin içinde fırsat ararlar. Dünyadaki büyük değişimlerin karşılaştığımız büyük problemler olduğunu biliyoruz. Çevre kirliliğinden dolayı yeşil endüstri çağının geldiği ve havayı kirletmeyen yeni icatların yeni fırsatların doğduğu gibi. Doğa bize fırsat sunmak için problemler gönderir. Fırsatları problemlerle paketler. Eğer büyük bir fırsat gönderiyorsa paketi yani problemi de büyük olur tabi!  Problemlerle karşılaştığımızda bunun içinde benim için ne tür bir fırsat var dediğimizde problemlere söylenmek yerine onları avantaja dönüştürecek zihinsel hazırlığımızı yapmışız demektir.

 

10. Ego: Hani vardır ya, bu kişinin de egosu çok yüksekmiş denir. “Yahu ne egolu adam bakar mısın!” Bu tür tabirler aslında doğru değildir. Aslında halk dilindeki EGO kelimesi psikolojide kullandığımız ID ( İç güdüler, içimizdeki şımarık çocuk ) ile karıştırılmaktadır. Aslında Ego her an her şeyi isteyen dimizin dış dünyayı dengelemesidir. Ego olmasa, ulu ortalık yerde her istediğimizi yapmaya kalkarız. Delilerle normal davrananların arasındaki farkı yaratan Ego dengesidir. Delilerde ego yoktur. İstediklerini yaparlar dış dünyaya aldırış etmezler. Yani Ego ekolojiyi  yaratan ve Din olur olmaz isteklerini dış dünyaya uyarlayan bir mekanizmadır. Bu yüzden hava atmayı seven biri aslında Egolu olmuyor. Dinin yansımasını dış dünyada dengeleyemiyor.

 

Umuyorum bu 10 farklı bakış, yaşamınızda bir farklılık getirir. Yaşamınızda ne tür farklılıklar yapmak istediğinizi bilmiyorum ancak değişim istiyorsanız yukarıda yazılanları tekrar tekrar okuyun ve farklılıkları yaşamınıza çekmeye başlayın; eğer hala başlamadıysanız!

 

Tutkuyla yaşayın! Bir KOÇ

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, size daha iyi bir tarama deneyimi sunmak için çerezler kullanmaktadır. Bu web sitesinde gezinerek, çerez kullanımımızı kabul etmiş olursunuz.